Amerikalılar bir Arap ülkesinin liderini bir bayram sabahı asıyor ve siz ses çıkarmıyorsunuz! Unutmayın, bir gün sıra size de gelecek!”
28-29 Mart 2008’de Şam’da toplanan Arap Liderler Zirvesi’nde konuşan Kaddafi, böyle demiş ancak liderler gülerek onu alkışlayıp, ona “deli” gözüyle bakmışlardı.
Yazarlığını Hüsnü Mahalli’nin yapmış olduğu Ortadoğu’da Diktatörler adlı kitap bizlere Arap Baharı’ndan, Suriye’den, Şam’dan, Ürdün’den, Libya’dan, Cezayir’den, Irak’tan, İran’dan ve daha birçok Arap ülkesinden söz etmektedir.
Muammer Kaddafi, 27 yaşında yarbay daha sonrasında albay olarak 1 Eylül 1969’da kralı devirip cumhuriyeti ilan etmiş, Mısır’ın lideri Nasır’dan destek alarak Libya’daki bütün Amerikan ve İngiliz üslerini kapatmıştı. Türklerin hep yanında olmuş, öyle ki 1974 Kıbrıs Çıkarmasında Türkiye’ye yardım edip, Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit iktidarlarını desteklemişti. Kadınları topluma kazandırmaya çalışmış ve Batı’ya karşı gelmişti. Dünyadaki tüm anti-emparyalist ve anti-Siyonist oluşumlara destek vermiş, Mandela’nın mücadelesinde yanında olmuştu. IRA,ETA,İtalyan Kızıl Tugaylar, Japon Kızıl Yıldız, Alman Baader Meinhof ve İsrail’e karşı savaşan tüm Filistinli grupların arkasında durmuştu. Haliyle, Batının sözünü dinlemeyen Kaddafi’yi, Batı, “deli, kadın düşkünü ve terörist” ilan etmişti.
Kaddafi’ye karşı saldırılar başladığında Mandela vefasızlığını ortaya koyarak Kaddafi’ye hiç yardım etmeyecekti. Keza Türkiye de öyle. Hatta ABD, Trablus’u bombalayarak Kaddafi’nin evini hedef aldığında Turgut Özal meydanlara çıkıp, “Kaddafi’nin teröre destek vererek bu saldırıyı hak ettiğini” ima etmişti. Oysa Kaddafi, ABD’nin Türkiye’ye koyduğu ambargoyu önemsemeyen ve Kıbrıs’ı almamızı sağlayan, bize destek veren tek kişi idi. Lakin Türkiye’nin Batı hayranlığı bununla da sınırlı kalmamıştı. 1830’da Cezayir’i işgal eden Fransızlar, burada kaldıkları 132 yıl boyunca 1 milyon Cezayirliyi katletmiş[1], 1959 yılında Adnan Menderes döneminde BM’de Cezayir’in bağımsızlığı için yapılan oylamada Türkiye, Fransa’dan yana oy kullanmış ve tüm bu katliamlara göz yummuştu.
Batı’nın “Demokrasi getireceğiz” adı altındaki Fransız Yahudisi gazeteci yazar Bernard Henri Levy’nin çıkardığı ‘Arap Baharı’ planı başarı ile sonuçlanmış, Kaddafi öldürülmüş, Yemen Lideri Salih otuz üç yıllık iktidarı kaybetmiş, Mübarek otuz üç yıllık cumhurbaşkanlığından sonra cezaevi kıyafetiyle demir kafeste mahkemeye çıkarılmış, Esad ise kayıplara karışmıştı. 25 Eylül Kürdistan referandumunda Erbil’deki basın toplantısında Mesut Barzani’nin sol tarafına Fransız Yahudisi gazeteci Bernard Henri Levy oturmuştu.
Batı ile anlaşmayan veyahut Batı’nın sözünü dinlemeyen her Arap ülkesi muhakkak sorunlar yaşamıştı. Batı ile zıtlaşan Katar'a Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır ekonomik savaş ilan etmiş, Katar’a Türkiye yardım etmişti. Suriye’ye ise ABD demokrasi getirmekle (!) meşgul olmuş, demokrasiden kaçan 3 milyon Suriyeli mülteci Türkiye’ye sığınmıştı. Diğer ülkelerin durumuna ise gözlerimizle şahitlik etmekteyiz.
“Demokrasi bile onların yani Batı’nın ürettiği bir kavram değil. Bu kelimenin orijinali Arapça olabilir. Yani Latince ya da Yunanca değil. ‘Dimu-Karasi’den alınmıştır. Yani ‘daima koltukta oturmak’. Koltuğu ele geçiren bir siyasetçi ne pahasına olursa olsun koltuğu yani iktidarı başkasına vermiyor.”
Kaddafi, 1986 yılı Nisan ayında, gazetecilerin ve yazarların olduğu toplantıda böyle bir açıklama yapmıştı.
Günümüzü özetleyen ne güzel bir kelime
Dimu-Karasi…
Lakin anlayanlara…
28 Eylül 2020 Pazartesi
Hüsnü Mahalli - Ortadoğu’da Diktatörler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder